Bayram Bozyel: “Ayrılan arkadaşlarımızla siyaseten bir ayrılığımız, düşünce farkımız yok”

Çetin Çeko
0

Kemal Burkay’ın Türkiye’ye dönüşü ardından yaptığı açıklamalar ve siyasi görüşmeler HAK-PAR içinde belirli siyasal kadrolar arasında rahatsızlık yarattığı biliniyordu. Kemal Burkay’ın HAK-PAR’a resmi üye olması ardından aralarından Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Meclisi Üyeleri’nin de bulunduğu yedi parti yöneticisi istifa ettiler. İstifa gerekçelerinde Burkay’ın hiçbir hukuksal ve tüzüksel yetkisi olmamasına rağmen HAK-PAR'a müdahalesi gerekçe olarak gösterildi. HAK-PAR içindeki istifalar, HAK-PAR’ın bundan sonraki BDP ve KADEP ile diyalog, ortak güç ve işbirlikleri siyaseti, yapılması düşünülen Kürdistan Ulusal Konferansı ve yeni anayasa tartışmalarını HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel’e sorduk. / Çetin Çeko

***
 BDP adaylarına destek vermemiz bazı arkadaşlarımız tarafından eleştirildi. Bu eleştirileri yazılı düzeyde dile getirenlerden birisi de Sayın Kemal Burkay’dı. O konuya ilişkin farklı düşünmemiz doğaldı. Biz, içinde yaşadığımız sıkıntıları, açmazları ve ihtiyaçları dikkate alarak bir karar almıştık. Bana kalırsa bu ezber bozan bir karadı.
 BDP dahil Kürt partileriyle etkileşim, diyalog,  giderek güç birliği içinde olmayı hep önemsedik, önemsiyoruz.
 Mücadele ilkesel ve politik ortaklıklar kadar, Kürtler arası ilişkilerde kullanılan dilin, üslubun, nezaketin de önemli olduğunu düşünüyorum.
 Vesayet kavramı ile en son ilişkilendirilecek partinin HAK-PAR olduğunu bir kez daha belirtmek isterim.
 ***
Sayın Bozyel, HAK-PAR’dan istifa eden 7 Parti Meclisi üyesinin istifaları akabinde diğer bazı kadroların da istifa edecekleri yönünde bilgiler var bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Partimizden yeni istifalar için bir neden görmüyorum. İstifa eden arkadaşların da esasen haklı bir siyasi gerekçesi yoktu. HAK-PAR’ı 2000 yılının başında Kürt hareketinin karşı karşıya bulunduğu yeni koşullara yanıt vermek üzere birlikte kurduk. HAK-PAR, Kürt hareketinde çoğulcu, demokratik, özgürlükçü bir seçenek ihtiyacından doğan bir partidir. HAK-PAR’ı kurarak ilk kez ve bu netlikte Kürt halkının talebini federasyon olarak tanımladık ve bunu Türk hukuk sistemine kabul ettirdik. Kürt sorununun günümüz koşullarında barışçıl, demokratik ve diyalog yoluyla çözüleceğini savunarak siyasete bir farklılık yarattık. Federasyon isterken maksimalist davranmadık, tersine Türkiye’nin demokratikleşmesini son derece önemsedik, büyük küçük demeden reform çabalarına destek verdik. Söz gelimi 12 Eylül 2010 kısmi anayasa değişikliğine ‘yetmez ama evet’ dedik.
Siyasi ilişkilerimizde kendimizi geleneksel yandaşlık- karşıtlık döngüsüne kaptırmadık. HAK-PAR çok yönlü bir diyalog ve ilişki siyaseti izledi. Bunu yaparken hiçbir komplekse kapılmadı.  HAK-PAR, dünün kavramlarıyla ‘düşman’ addedilen iktidar partisi ile sahada yarıştığı ‘rakip’ Kürt partileri ile aynı zaman diliminde medeni diyalog geliştirdi.
HAK-PAR, siyasi muhataplarıyla soğuk savaşın dili üzerinden değil, Kürt halkının ihtiyaçları ve çağımızın siyasi ve kültürel kodlarına uygun bir yaklaşım sergiledi.
Kürdistan’ın diğer üç parçasındaki hemen hemen bütün Kürt örgütleriyle, özel olarak da Federe Kürdistan Yönetimi ile karşılıklı saygıya dayalı diyalog ve dayanışma içinde olan ender partilerden birisidir HAK-PAR.
Ayrıca HAK-PAR’ın somutunda hem Kürtler hem de Türkiye bakımından özgün bir örgüt modeli oluşturduk. Farklı kulvarlardan gelen sosyalist, liberal, dindar Kürt kadroları olarak gönüllülük esasına dayalı bir siyasal kültür oluşturduk. Siyasette birlikte yürümenin katı parti disiplini ve ideolojik kalıplarla değil, esas olarak mücadele içinde ve demokratik bir işleyiş ile mümkün olduğunu ortaya koyduk. Katı disiplinli illegal partilerin geçen zaman içinde neden yaşayamadığını ama HAK-PAR gibi legal demokratik ve çoğulcu bir partinin bunca güçlüklere karşın nasıl on yıldır siyasal mücadele de varlığını sürdürdüğü üzerinde düşünmek bu açıdan son derece önemlidir.
Bütün zorluklara ve dezavantajlı koşullara rağmen HAK-PAR her geçen gün çerde ve dışarıda artan bir ilgi ve dayanışmaya mazhar oluyor. Kürt halkının özgür geleceğinin HAK-PAR’ın çizdiği çerçeve ve siyasi perspektif içinde gerçekleşeceğinden zerre kadar şüphe duymuyoruz.
Fikri ve örgütsel düzeyde bu denli netleşmiş ve kurumlaşmış bir partiden ayrılmak hem arkadaşlarımıza hem de Partimize yazık olmaz mı? Şu ya da bu insanın üyeliği ile HAK-PAR’ın politik çizgisinin ve demokratik işleyişinin değişeceğini iddia etmek ne kadar gerçekçi? Partimizin organları var. Arkadaşlarımızın sorun olarak gördüğü konuları Parti Meclisi’nde tartışmak hakları vardı. Parti Kongresi toplanır ve varsa sorunlar orada tartışılabilirdi. Olası sorunların boy verip ciddi boyutlar kazanmaması için parti içinde etkin bir çalışma, duruş ya da muhalefet süreci işletilebilirdi. Bütün bunlar yapılmadan arkadaşlarımız bir bakıma en kolay yolu istifa yolunu seçmekle yazık ettiler.
İstifa eden PM üyeleri partinizin Kemal Burkay’ın vesayeti altına girdiğini dilendiriyorlar. Ayrıca istifa eden üyelerin siyasal profillerine bakıldığında Özgürlük Yolu (PSK) dışındaki siyasal geleneklerden geldikleri görülüyor. Bu kadroların HAK-PAR’dan ayrılmaları partinizin çoğulcu profilini nasıl etkileyecektir?
Dediğim gibi HAK-PAR ihtiyaçtan doğan bir parti. HAK-PAR’dan önce Özgürlük Yolu taraftarlarının siyasal faaliyet yürüttüğü Demokrasi ve Barış Partisi (DBP) vardı. Üstelik yaygın bir örgüt ağı ve seçime girme hakkı vardı. Buna rağmen Kürt halkının önündeki tarihi görevin altından tek tek Kürt gruplarının kalkamayacağı, bunun için demokratik barışçıl gelenekten gelen bütün siyasi Kürt kadrolarının bir araya gelmesi gerektiği tespitinden hareketle HAK-PAR kuruldu. DBP de kendisini feshederek HAK-PAR’a katıldı. Başka bir ifade ile ne Özgürlük Yolu’ndan gelen arkadaşların ne de Kemal Burkay’ın bir partiye hakim olma gibi bir dertleri de ihtiyaçları da söz konusu olamaz. Hâkimiyet derdi olan kendi kurulu partisini feshedip başkalarıyla yeni bir parti kurmaz.
Kürt kamuoyu, bizim (HAK-PAR kadrolarının) HAK-PAR’ın bile tek başına önümüzdeki tarihi görevlerinden üstesinden gelmek için yeterli görmediğimizi, parti dışındaki diğer yurtsever kesimlerle buluşmak için yoğun çaba sarf ettiğimizi, örneğin bu maçla birkaç kez KADEP ile birlik çalışmalarına girdiğimizi bilir.
İstifa eden arkadaşlarımızın Parti’den istifa etmeleri bizi üzmüştür. Kendi emekleri bakımından da yazık olmuştur.
Ayrıca HAK-PAR içinde geleneksel grupsal izlerin giderek zayıfladığını ve giderek ortak bir kültür etrafında ortaklaştığımızın altını çizmek isterim. Bu tablo içinde HAK-PAR’ın çok geçmeden tümüyle ve kalıcı bir siyasal çizgiye dönüşeceğinden kuşku duymuyorum.
Bana kalırsa işin özü şudur; HAK-PAR’ı gerekli kılan koşullar değişmemiştir. HAK-PAR gibi bir modele ihtiyaç ortadan kalkmamıştır. Bu ihtiyacın kalktığını istifa eden arkadaşlarımız da söylemiyor. Çıkışın ve kurtuluşun HAK-PAR gibi bir modelden geçtiğine ilişkin ayrılan arkadaşlarımızın da fikrinin değiştiğini zannetmiyorum. O halde ironi gibi görünse de yapılacak şey, diğer arkadaşlarımızla tekrar bir araya gelip HAK-PAR’ da ( varsa eksiklikleri, hataları, hasarları tamir ederek) buluşmaktır. Çünkü ayrılan arkadaşlarımızla siyaseten bir ayrılığımız, düşünce farkımız yok.  Ben önümüzde, sağduyulu ve sorumlu Kürt kadroları bakımından başka bir çıkış yolu görmüyorum.
 12 Haziran seçimlerinde BDP ve KADEP ile yapmış olduğunuz ittifak -ki bu konuda sizin şahsi fedakarlığınız bilinmektedir- Kürt kamuoyunda takdirle karşılandı ve geniş bir destek buldu. Bu konuda Sayın Kemal Burkay’ın tavrı “bu ittifakla HAK-PAR’a yazık edilmiş olduğu” yönünde idi. Aynı şekilde Sayın Burkay, bu ittifakı ve destekçilerini “derin devletin tiyatrosunda oynatılan figüranlar” olarak sıfatlandırdı. Kemal Burkay’ın söz konusu iddiaları HAK-PAR’ın ittifaklar siyasetini nasıl etkiledi ve etkileyebilir?
Öncelikle yanlış bir algılamayı düzeltmek istiyorum. 12 Haziran seçimlerinde BDP ve KADEP ile bir ittifak yapmadık. Bir ittifakın oluşması için çabaladık, etkileştik, ancak BDP ilkeli bir ittifaka yanaşmadığı için bunu başaramadık. Son tahlilde o günkü koşullarda tek yanlı olarak BDP öncülüğünde oluşmuş Blok adaylarını destekledik.
Ancak bu bağlamda birkaç noktaya açıklık getirmeyi yararlı buluyorum. Parti olarak bütün yanlışlarına ve yapısal sorunlarına rağmen BDP dahil Kürt partileriyle etkileşim, diyalog,  giderek güç birliği içinde olmayı hep önemsedik, önemsiyoruz. Söz gelimi AK Parti ‘Açılım’ diye bir süreç başlattığında yaptığımız ilk iş gidip DTP (BDP’den önceki parti) ve KADEP ile görüşüp Kürt tarafı olarak sürece müdahale edip, sürecin Kürtlerin lehine dönüşmesi için bir Konferans yapmak teklifi oldu. Ne var ki DTP başta bu önerimize olumlu baktığı halde sonra bize geri dönmedi.
Daha sonra tekrar üç Parti olarak (HAK-PAR, BDP, KADEP) bir araya gelerek sürece birlikte müdahale etmek ve aramızdaki ilişkileri koordine etmek üzere (her partiden iki kişinin yer aldığı) bir diyalog grubu kurduk. 12 Haziran 2010 referandum sürecine ilişkin farklı tutumlar almamız üzerine oluşturduğumuz diyalog grubu işlemedi. 2010 yılının sonunda BDP, KADEP ve diğer kimi Kürt kurumlarıyla ‘Kürtçe anadille eğitim’ için bir imza kampanyası düzenledik. Ardından yine aynı çevrelerle Kadın ve Gençlik Konferansları düzenledik.  Bu diyalog ve işbirliklerini Kürtler arasın önyargı ve güvensizliklerin kırılması, Kürtler arasında barışçıl bir iklim ve yakınlaşma ortamının oluşması için önemsedik. Öte yandan BDP ve temsil ettiği siyasetin politikalarını eleştirmeyi hiçbir zaman ihmal etmedik. Silahların Kürt davasına zarar verdiğini, AK Parti’nin reform çabalarına toptancı karşı çıkmanın yanlış olduğunu, diğer Kürtlerle ilişkilerinde izledikleri tahakkümcü ve dayatmacı tutumların kabul edilmezliğini vurguladık ve mahkum ettik.  Örneğin 4 yıldır DTK’ ya katılma yönündeki çağrılarına karşılık, DTK’nin Kürtlerin Birlik ihtiyacına cevap vermediğini söyleyerek reddettik. Özetle BDP ve öteki Kürt çevreleriyle eleştirel temelde bir diyalog yaklaşımını sürdürdük.
Bu tablo içinde 2011 seçim sürecine girildi. DTK ve BDP’nin seçime ilişkin bize getirdiği öneriyi bizim ise bu öneriyi bir seçim ittifakına dönüştürmek için götürdüğümüz karşı öneri ve çabalarımız kamuoyunun bilgisi dâhilindedir. Özet olarak şunu söylemek isterim. Seçime ilişkin bir ittifak oluşmayınca kendi başımıza seçime girme kararı aldık. Ancak YSK’ya verdiğimiz listeler Seçim Kurulu’nda kuşa çevrildi ve listeyi tekrar onarmak neredeyse imkansız hale gelince, kamuoyundaki birlik beklentilerini de dikkate alarak seçimden çekilerek Blok adaylarına tek yanlı destek verme kararı aldık. Bu bizim içinde bulunduğumuz koşullar bakımından gerçekçi bir tutumdu ve kimi arkadaşlarımızın muhalefetine rağmen Parti Meclisi’mizin ezici çoğunluğu tarafından benimsenerek alınan bir karardı.
BDP, KADEP ve diğer Kürt çevreleriyle daha sonraki süreçte başka işler de yaptık. 2011 yılının Eylül ayında Diyarbakır’da Türkiye’de Kürdistan Konferansı gerçekleştirdik. 12 Ocak 2012 tarihinde yeni anayasaya ilişkin ‘Ortak Talepler’imizi kamuoyuna ilan ettik ve bu türden çalışmalarımız devam edecek.
Özellikle seçimde BDP adaylarına destek vermemiz bazı arkadaşlarımız tarafından eleştirildi. Bu eleştirileri yazılı düzeyde dile getirenlerden birisi de Sayın Kemal Burkay’dı. O konuya ilişkin farklı düşünmemiz doğaldı. Biz, içinde yaşadığımız sıkıntıları, açmazları ve ihtiyaçları dikkate alarak bir karar almıştık. Bana kalırsa bu ezber bozan bir karadı. Yurtdışından kimi arkadaşlarımız ise sorunu daha kitabi ve teorik kalıplar içinde değerlendirmek gibi bir tutum içinde oldular.
O döneme ilişkin eleştirilerine rağmen, Kemal Burkay’ın BDP ve diğer Kürt örgütleriyle ihtiyaçlara göre ve ilkesel bir işbirliğine karşı olduğu kanısında değilim. HAK-PAR’ın temel konulara ilişkin politik çizgisi ve tutumu zaman içinde tartışılarak oluşmuştur. Söz konusu HAK-PAR’ın temel politikaları kişiden kişiye değişmesi söz konusu olamaz. Unutmamak lazım ki temel politikaların her birisi somut koşullara bağlı olarak farklı biçimler alabilir. Örneğin somut koşullar bizi 12 Eylül referandumunda AK Parti ile yakın bir noktaya getirirken, yeni anayasa konusunda şimdi biz BDP ve öteki Kürt partileri ile aynı platformun içindeyiz. Siyasete toptancı bir yaklaşımın doğru olmadığını düşünüyorum.
İstifa eden Genel Başkan yardımcılarından Sait Aydoğmuş yazdığı bir yazıda “ister genel başkan  olsun veya olmasın, Parti’yi Kemal Burkay yönetecektir. Özellikle Türkiye’de bu yöntemin somut örnekleri; Merhum Erbakan’ın Saadet Partisi, Rahşan Hanımın DSP’sidir.” diyor. Sizin durumunuzun buna benzetilmesini nasıl buluyorsunuz?
Bu yaklaşımın şık olmadığı ortada. Mücadele ilkesel ve politik ortaklıklar kadar, Kürtler arası ilişkilerde kullanılan dilin, üslubun, nezaketin de önemli olduğunu düşünüyorum. HAK-PAR’ın kendi kurullarıyla yönetildiğini en başta geçen dönemde birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız bilir. Ve eğer somut bir örnek aranırsa 12 Haziran 2011 seçimlerinde izlediğimiz politika buna örnek gösterilebilir. HAK-PAR gibi bir partiyi kurup on yıl onu yaşatan bir kadronun ‘vesayet’e ihtiyaç duyacağını iddia etmenin ciddiye alınacak bir yanının olmadığını belirtmek isterim.
Kürt siyasi çevrelerinde HEP,DEP, HADEP, BDP sürekli olarak PKK ve Öcalan’ın vesayeti altında olduğu için eleştirildi. Partinizle ilgili PSK ve Kemal Burkay vesayeti konusunda da iddialar var. Sizce söz konusu vesayetler altında olan partiler çoğulcu ve demokratik özelliklerini koruyabilirler mi?
Vesayet kavramı ile en son ilişkilendirilecek partinin HAK-PAR olduğunu bir kez daha belirtmek isterim. Şu on yıllık süreçte HAK-PAR’ın yaptığı kongreler, hayata geçirdiği politikalar, yaptığı bütün işler kamuoyunun önünde cereyan etti. Bütün temel konulara ilişkin tartışmalar tabanda, bazen aylar süren tartışmalar sonucunda şekillendi. Söz gelimi federasyon önerisinin programımıza geçirilmesi için aylar süren ve 8-10 ili kapsayan bölge toplantıları yaptık. Şimdiye kadar hiç kimsenin vesayetine ihtiyaç duymayan bir partinin bundan böyle bir şeye ihtiyaç duyması mümkün değil.
Size katılıyorum. Vesayete girmiş bir yapı demokratik yapısını ve dinamizmini kaybeder. Böyle bir yapı siyasal hayatta aktör olmaz, olsa olsa figüran olur.
Kürdistan Ulusal Konferansı’nın gündemde olduğu bir dönemde ittifaklar siyasetinizi etkileyebilecek son gelişmeleri göz önüne alarak Ulusal Konferans konusundaki düşüncelerinizi açar mısınız?
Partimizde yaşanan istifaların ittifak politikalarımızda her hangi bir etkide bulunması söz konusu değil. Parti olarak Kürdistan’ın her parçasında olduğu gibi, dört parça bakımından da bir dayanışma, diyalog ve koordinasyona ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz. Böyle bir ihtiyaç bir Ulusal Konferans ya da benzeri bir mekanizma ile karşılanabilir. Suriye’de yaşan gelişmeler, Kürt sorununun Türkiye’de ulaştığı boyut ve Irak’ta yaşanan istikrarsızlık Kürtler bakımından bir Ulusal Konferansı daha yakıcı kılmaktadır. Kürtler Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bir dönemde öne çıkan ve rolü artan bir aktör durumuna dönüşmüşlerdir. Böyle bir dönemde Kürdistani bir politik perspektifin oluşturulmasının büyük bir yararı var. Böyle bir politik perspektifin hayat geçirilmesi için işin başında Ulusal Konferans gibi bir mekanizmanın toplanması gerekir.
Geçen yıl Sayın Mesut Barzani ile bu konunun şekillendirilmesi için gerçekleştirilen görüşmede HAK-PAR olarak biz de bulunduk. Şimdi de Konferans’ın realize edilmesi için ilgili çevrelerle diyalogumuz devam ediyor.
Bilindiği kadarıyla yapılması düşünülen yeni T.C Anayasası konusunda BDP ve KADEP ile ortak hareket etme kararınız vardı. Partiniz içindeki bu gelişmeler ortak Anayasa çalışmalarını etkiler mi?
Dediğim gibi temel politikalarımız halkımızın ihtiyaçları, partimizin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak belirlenir. Yeni anayasa yapım sürecini bu çerçevede değerlendirerek önemsiyoruz. Yeni anayasa yapım sürecinin Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokrasiye kavuşması ve Kürt sorununun çözümüne kapının aralanması için bir fırsat olarak değerlendiriyoruz. Yeni bir anayasa yapılacak mı, yapılırsa Kürt sorununa derman olacak mı, bundan emin değiliz. Ancak böyle olması için çalışıyoruz. Kürt sorununun çözümüne kapı aralamayan bir anayasanın yeni olamayacağı açıktır. Ancak bu konuyu AKP’ye ya da diğer partilere bırakmamak gerekir. Tersine Kürtlerin bu sürece aktif bir biçimde katılarak yeni anayasanın şekillenmesine katılmaları önemli. Bu nedenle bir yandan HAK-PAR olarak nasıl bir anayasa istediğimize ilişkin ‘Kürt Halkının Haklarını Tanıyacak Demokratik Anayasa İçin Öneriler’ başlığı altında bir çerçeve metin hazırlayarak bunu TBMM Anayasa uzlaşma Komisyonu ile TBMM Başkanı’na ilettik. Aynı konuyu kamuoyu ile tartışıp paylaşmak üzere şimdiye dek dokuz ilde bölge toplantıları yaptık.
Benzer şekilde diğer Kürt parti ve grupları ile bir araya gelerek yeni anayasaya ilişkin ortak taleplerimizi dört başlık altında kamuoyu ile paylaştık. Önümüzdeki süreçte söz konusu talepleri imza kampanyaları vb. yöntemlerle nasıl daha etkili bir biçimde gündeme taşıyacağımız konusu üzerinde çalışacağız. Son tahlilde Kürt halkının haklı taleplerinin yeni anayasada yer almasının Kürtlerin ortak ve kitlesel olarak ağırlıklarını ortaya koymalarından geçtiğini düşünüyoruz.
Cevaplarınız için teşekkür ederim.
Görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmamıza fırsat verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
120303

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)