Bayram Bozyel: “Hükümet ile Öcalan arasında silahları susturmanın ötesinde herhangi bir mutabakat yok!”

Çetin Çeko
0


Hükümetin MİT aracılığıyla PKK lideri Abdullah Öcalan'la sürdürdüğü müzakere sürecine ilişkin aralarında siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerin bulunduğu bir kısım Kürt aydınıyla söyleşiler yaptım. Bunlardan ilki Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) eski Genel Başkanlarından siyasetçi Bayram Bozyel. 
Müzakere sürecine ilişkin çeşitli çevrelerden Kürt aydınlarının düşüncelerinin kamuoyu tarafından daha detaylı bilinmesi bağlamında mülakatlara “müzakere söyleşileri” adını verdim. Röportajların sürece katkı sunmasını düşünerek, Sayın Bozyel'in düşüncelerini okuyucularımızla paylaşıyorum.
Çetin Çeko

Sayın Bozyel, bir kısım çevreler MİT aracılığıyla hükümetle Öcalan arasında sürdürülen müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?

Hükümetin MİT üzerinden İmralı’da Öcalan ile yürüttüğü görüşmelerin hedefi silahları susturmak, giderek PKK’nin silah bırakmasını sağlamaktır. Bu hem hükümetin yaptığı açıklamalarda, hem de Öcalan’ın Newroz’da yaptığı çağrıda açık bir biçimde görülüyor. Silahların susturulması son derece önemli. Ancak bununla Kürt sorununun çözüldüğünü iddia etmek büyük bir yanılgıdır. Geçmişte Kürt sorununu bir şiddet ve terör sorunu olarak yansıtmak adettendi. Şimdi ise Kürt sorununun çözümünü silahların susturulmasına indirgeyenler söz konusu. Bu yaklaşım yanıltıcıdır ve sorunun özünü perdelemeyi amaçlamaktadır.
Kürt sorunu, Kürt halkının ulusal demokratik haklarının gasp edilmesinden kaynaklı bir sorun. Sorunun çözümü ise Kürt halkının tarihi ve meşru haklarının iadesinden geçer. Bunun yolu ise bellidir; Kürt halkının varlığı tanınacak, ulus olmaktan kaynaklanan meşru hakları teslim edilecek. Başka bir ifade ile Türkiye, Kürt ve Türk halkının hak eşitliği temelinde yeniden yapılanacak, federal bir sisteme geçecektir.
Başta hükümet olmak üzere bazı Türk çevrelerin silahları susturmayı sorunun çözümü biçiminde yansıtmaya çalışması ve minimum tavizlerle Kürt sorununu kontrol edilebilir bir noktada tutmak istemesinde yadırganacak bir şey yoktur. Ancak şiddetten arınmış bir ortamın Kürt sorununun çözümü bakımından daha elverişli bir iklim yaratacağı açık. Kürt halkı barışçıl ve demokratik bir ortamda ulusal demokratik hakları etrafında daha güçlü kenetlenebilir, hak ve özgürlük taleplerini elde etmek için içerde ve dışarıda daha güçlü bir destek bulabilir.
Bundan sonra özgürlüğe giden süreç, esas olarak Kürt halkının mücadelesine bağlı bir seyir izleyecek.

Hükümet ile Öcalan arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?

Hükümetin Öcalan ile yürüttüğü görüşmenin içeriği belli; silahları susturmak ve PKK’yi silahsızlandırmak. Silahları susturmanın ötesinde bir şeyin olmadığı açık. Öcalan’ın Newroz mektubu ve Başbakan’ın açıklamalarında bu durum net bir biçimde ortada. Hükümet ile Öcalan arasında daha farklı bir mutabakat sağlanmış da PKK’nin bundan haberi yok gibi bir durum söz konusu değil. Sorun BDP ve PKK’nin mutabakatın içeriğini bilip bilmemesi değil, sorun hükümet ile Öcalan arasında silahları susturmanın ötesinde her hangi bir mutabakatın olmadığıdır.
Öte yandan BDP’nin Öcalan ile yaptığı onca görüşmeden, gidip gelen bunca mektuptan sonra Karayılan hala bir şey bilmediğini iddia ediyorsa, bu bir şey bilmemesinden değil, ortada bir şeyin olmamasından kaynaklanan bir feverandır.
Öcalan’ın, silahları susturma yönündeki kararı olumludur. Mevcut koşullarda silahla daha fazla gidilebilecek yoktu. Öcalan bu gerçeği gördü. Ne var ki PKK yönetimi son yıllarda kendini abartılı bir biçimde savaşa kilitledi, kitlesini bu yönde ajite etti. Bütün bu olup bitenlerden sonra PKK yönetimi, Öcalan’ın geldiği noktaya adapte olmakta güçlük çekiyor.
Ne var ki bütün aksi söylemlere rağmen PKK yönetimi de savaşın miadını doldurduğunun farkında. Ve Öcalan’ın dediğini yapmak dışında bir şansa sahip görünmüyor.
BDP’nin durumunun farklı olduğunu düşünüyorum. BDP, bir bütün olarak silahların susmasından yana. Savaş ve şiddetin olmadığı bir ortamda BDP daha özgür ve etkili bir rol oynama şansı yakalayabilir.

Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP hükümeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir yarı açık 'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?

Geçmişten farklı olarak bu kez hükümetin Öcalan ve PKK ile görüşmeleri kısmen şeffaf yürütmesi son derece önemli. Bu hem sürecin sağlıklı yürütülmesi hem de sürdürülebilmesi bakımından bir sigorta işlevini görmekte. Çünkü kamuoyu ve basının katılımı hem sürecin yozlaştırılmaması bakımından bir supap işlevi görüyor, hem de siyasi aktörler üzerinde disipline edici bir etkide bulunuyor.
Öte yandan savaş ortamının daha fazla sürdürülemez olduğu bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Son yıllarda hükümet, Batıya giden cenaze artışlarını izah etmekte zorlanmaya başladı. Savaşın istikrarsızlaştırıcı potansiyeli giderek arttı.
Kürt sorunu geçmişte de Türkiye’nin zayıf karnı durumdaydı, Şii kuşatması ile yüz yüze geldiği son birkaç yılda Türkiye bu gerçeği daha çok anladı. Aynı durum Suriye sorununda Türkiye’nin önüne dikildi. Kürt sorunu hem Suriye özelinde hem de Ortadoğu genelinde Türkiye bakımından bir prangaya dönüştü. Türkiye söz konusu coğrafyada etkin bir rol oynamak istiyorsa ve kendinden beklenen rol modelin gereklerini yerine getirecekse, ilk planda savaşı durdurmak, ardından da Kürt sorunundan kaynaklı tansiyonu düşürmek dışında bir şansa sahip değildi.
Öte yandan, Türkiye’nin uzun erimde Kürtleri stratejik bir ittifak unsuru olarak öngördüğü yönünde yaygın bir görüş söz konusu. Kürtlerin temel haklarını tanıma ve eşitlik temelinde sağlanacak böyle bir ittifaka Kürtlerin karşı çıkması için herhangi bir neden yoktur.

PKK, BDP dışındaki Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu. Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının yanlış olduğu, ikincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda neler söylemek istersiniz?

Hükümetin silahları susturmak amacıyla Öcalan ile görüşmesi son derece doğal ve isabetli bir tercihtir. Çünkü silahları susturma bakımından en etkili aktörün Öcalan olduğu pratik ile sabittir. 
Öte yandan ne tutsak pozisyonunda ne de başka bir konumda bir Öcalan’ın Kürt sorununda muhatap alınması, hele de tek müzakereci olarak ilan edilmesi söz konusu değil, olamaz da. Kürt sorununda muhatap alınacaklar; Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri ve aydınlarıdır. Ya da ileride bunların tümünün kendini içinde bulacağı temsil yeteneği güçlü kurumlar olur.
Otuz yıllık mücadeleden beklentilere gelince:
Bir kere PKK dışındaki kesimlerin, PKK’nin merkezinde olduğu bir mücadeleden kazanım beklentisi içinde olması ciddi bir paradoks. PKK zihniyeti ile ve onun yürüttüğü gerilla mücadelesi tarzı ile bir yere varılamayacağı, ya da gidilecek yerin bugün gelinen nokta olduğu tezi, en başta PKK dışı kesimler tarafından dile getirilmiyor muydu? Eğer bu mücadele tarzı ve zihniyetten sonuç beklentisi söz konusu idiyse, o zaman bu çizginin dışında değil, içinde olmak gerekmez miydi? ‘Gerilla kayıtsız şartsız geri çekilmesin’ demek, savaş devam etsin demek anlamına gelmez mi? Peki bu savaş kim ya da kimler üzerinden yürütülsün isteniyor? Savaşın (ve PKK) dışındakilerin, üstelik ona muhalif olanların bunu istemesi ne kadar (hadi ahlaki demeyelim) tutarlı? PKK militanlarının mevcut durumdan kaygılanmaları anlaşılır bir şey, ya PKK dışındakilerin?
Savaş eğer Kürt halkına zarar veriyor idiyse ki öyleydi, bu durumda savaşın durması bile bir kazanımdır. Zarardan dönüş yanlış değildir. Bu nedenle Öcalan’ın savaşı durdurma kararı ve PKK’nin de bu karar uyması olumludur ve desteklenmelidir.

Öcalan’ın Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu ortak tarih, misakı milli, Çanakkale ruhu ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren yeni ‘paradigmasını’ nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan’ın Newroz’da okunan mektubundaki esas mesaj, silahları susturmak ve silahlı mücadelenin sonuna gelindiğini ilan etmekti. Onun dışında söylenen her şey  esas mesajın hedefine gitmesini kolaylaştırmak için söylenmiştir. Newroz mektubunda dile getirilen argümanların bir kısmı Kürt halkını yeni sürece hazırlamak, diğer bir kısmı ise Türk tarafının tepkisini dindirmek amacıyla kullanılmıştır diye düşünüyorum. 
Öte yandan mesaj bizzat Öcalan tarafından yazılmış olsa bile, onun sürecin tayin edici aktörü olan hükümetin oluru ve katkısı olmadan hazırlandığını, her iki tarafın da kaygılarını gözetmeden şekillendiğini düşünmek saflık olur.
Sözü geçen kimi kavramlara gelince; Öcalan’nın pragmatik kişiliği ve eklektik fikri yapısı dikkate alındığında orada ‘yeni bir paradigma’ aramak bence boşuna.
Öcalan’ın felsefi ve entelektüel tespitlerine enerji harcamaktansa, Türk ve Kürt toplumunun şiddetin son bulması yönündeki beklentilerine cevap verdiği için, onun silahlara ilişkin mesajına odaklanmak daha doğru tercih olur diye düşünüyorum.

Öcalan merkezli PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni, Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

Şu anda yürütülen görüşmelerin merkezinde daha çok silahların susturulması ve bağlantılı konular olduğu için, BDP ve PKK’nin muhatap alınması doğal. Yukarıda ifade edildiği gibi Kürt halkının temel talepleri söz konusu olduğunda, ne Öcalan, ne de BDP veya PKK tek başına muhatap alınabilir. Böyle bir aşamada BDP kesimi de dahil bütün Kürt partilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve elbette etnik ve bütün dini kesimlerin içinde yer aldığı bir mekanizmanın muhatap olarak alınması gerekir.
Bu amaçla, bir yıl önce HAK-PAR olarak BDP dahil bütün Kürt kesimleriyle bir araya geldik. Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri bakımından yeni anayasada yer alması gereken dört temel talep etrafında birleştik.
Öte yandan bu taleplerin hayat bulması için bir Diyalog Grubu oluşturmayı karar altına aldık. Ne var ki BDP söz konusu Diyalog Grubunun oluşması çalışmasından çekildi. Uzlaştığımız dört temel ilkeyi bir yana iterek son günlerde basına yansıyan şekilsiz bir anayasa önerisini meclise sundu. 
Geçmişte kararlaştırdığımız ilkeler etrafında bir araya gelecek bir Diyalog Gurubu bu gün de bir ihtiyaç. Böyle bir noktadan hareket ederek daha ileri ve kapsamlı mekanizmaları zaman içinde örmek mümkün.

Kürt ulusunun özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?

Kürtler Ortadoğu’nun başat toplumlarından biri. Birinci Dünya Savaşı sonrası düzen Kürtleri dışladı. Ülkeleri parçalandı. Ona karşı dünyada eşi görülmemiş baskı ve insanlık dışı uygulamalara başvuruldu. Kimliği inkar edildi, dili yok sayıldı, yoğun bir asimilasyona tabi tutuldu. Özetle özgürlüğü elinde alınarak, sömürge statüsüne mahkum edildi.
Ama Kürtlerin boynuna geçirilen zincir aynı zamanda egemen toplumlar bakımından bir prangaya dönüştü. Kürtlerin özgürlüğünü ellerinden alırken farkında olmadan kendi özgürlüklerini de kaybettiler.
Bu gün Ortadoğu’da ki istikrarsızlığın temel nedeni Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı. Ortadoğu’da barışı ve demokrasiyi inşa etmek, eski taşları yerli yerine koymaktan geçer. Başka bir ifade ile Kürtleri sisteme dahil eden yeni bir Ortadoğu düzenine ihtiyaç var. Kürtler, özgür ve onurlu bir biçimde yaşayabilecekleri, kendi kendilerini yönetebilecekleri bir statü ile bu düzen içinde yerlerini almalı.
Unutulmamalı ki böyle bir düzen için koşullar her zamankinden daha elverişli. Kürtler Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi Ortadoğu’nun stratejik bir bölgesinin kaderini tayin edecek bir aktör konumuna geldi. Başka bir ifade ile Kürtleri yok sayan düzenin sonuna gelindi. Ortadoğu şimdi yeni bir düzenin eşiğinde.

Kürtler, eğer hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne kadar umutla bakabiliriz? 

Hep söylediğimiz gibi silahların susturulması son derece önemli. Ancak bu Kürt sorununun çözümü anlamına gelmez. Belki de çözüm süreci bakımından yeni bir aşamaya geçilecektir. Ve hiç kuşkusuz bu da zorlu bir mücadeleyi beraberinde getirecek.
Evet, Kürt sorununda eski katı inkar politikası terk edildi. Ancak Kürt kimliğinin ve ondan kaynaklı hakların iadesi konusunda somut gelişmeler yok denecek kadar az. Yeni anayasa yapım süreci bu açıdan önemli. Başka bir ifade ile yeni anayasa yapımı Kürt sorununun çözümü ve Kürt halkının temel haklarının iadesi bakımından bir fırsat olabilir.
Biz HAK-PAR olarak bu konudaki görüşlerimizi Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olarak bir dosya halinde hem Meclis’teki Anayasa uzlaşma Komisyonuna hem de TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e sunduk. 
Söz konusu dosyada, Kürt sorununa çözüm zemini hazırlamayan bir anayasanın yeni olmayacağının altını çizdik. 
Bu kapsamda temel taleplerimizi dile getirdik.
Kürt kimliğinin tanınması, 
Kürtçenin eğitim dili ve kamusal alanda resmi statüye kavuşması,
Kürtler bakımından çağdaş standartlara uygun örgütlenme hakkının sağlanması,
Kürt halkının Kürdistan’da kendi kendini yönetebileceği federe statü hakkının anayasada güvence altına alınması gereğini vurguladık.
Ne var ki bu düzeyde ileri bir anayasanın yapılabileceği yönünde her hangi bir işaret yok. Hatta bir yeni anayasa yapılması ihtimali bile zayıf.
Ancak Türkiye’deki mevcut durumun daha fazla sürdürmesi mümkün değil. Bugünden yarına olmasa bile Kürt halkının hem Türkiye’de hem de diğer bölge ülkelerinde özgürlüğüne kavuşması için geçmişte hiç olmadığı kadar elverişli koşullar ve imkânlar var.

cetin.ceko@gmail.com

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)